Müslüm Gülhan: Türkiye’de futbol politik oyunudur
Futbolun görev tanımını yaparken; toplum içindeki etkisini, yarışma ve rekabet dışında politik kurgu olarak araç haline getirilmesinden de bahsetmek gerekir.
Futbol kendisine ait bir iktisadi kurguya sahip olsa da kapitalizmin ekonomik, siyasal, ideolojik ve özellikle de kültürel amaçlarını üretmeye yönelik örgütlü etkinliklerine de hizmet eder. Toplumsal bir topraklama aracı olan futbol, aynı zamanda kitleleri bölme etkisiyle de siyasetin kitleleri daha kolay etkisi altına almasını sağlar.
Her şeye rağmen, geldiği nokta bakımından futbol dünya üzerinde en çok izleyici bulan spor dallarının başındadır. Sanayi devriminden sonra, İngiltere’de başlayıp günümüzdeki formatına kadar kurallı bir oyun haline geldi. Bu safhadaki boyutu ise, kapitalist üretim biçimini desteklemek amacıyla burjuvanın işçi sınıfı için bir uğraş bulması olarak ortaya çıkmıştı.
Müslüm Gülhan: Futbol iktidarın-siyasetin ve kapitalist üretim ilişkilerinin tasarımını sağlıyor
Tabii gelinen noktada endüstri olarak tanımlansa da futbol toplumsal etkileme gücü nedeniyle kendisini korunmadığı takdirde kullanışlı bir araç haline gelmektedir. Bu sayede futbol, popülerliği ve çok sayıda insana hitap etmesi bakımından siyasetin etki alanındadır. Bunu, futbolun iktidarın-siyasetin ve kapitalist üretim ilişkilerinin yeniden tasarımını sağlamak için kullanması olarak yorumlayabiliriz.
Futbol, hayatın günlük pratiklerine fena benzediği için seyirci tarafından kolaylıkla kabul edilebilmekte ve taraftar olarak da yaşamın bir parçası haline getirebilmektedir. Dolayısıyla, futbol, somutlaşmış kimlikleri ile taraftarları gündelik ve sıradan ilişkiler içindeki dünyalarına anlam kazandıran bir unsur haline gelmiştir. Futbol bu şekilde din, cinsellik, müzik, siyaset ve ideolojinin yanına yerleştirilirken, zamanla bu kavramların hepsi ile ilişkiye geçmiş ve onların ifade edildiği enstrümanlardan birine dönüşmüştür.
Bu perspektifte futbol dile getirildiği şekliyle de ekonomik, sosyal ve politiktir. Başka deyişle futbol, sadece futbol olması-olmaması ile de ekonomik, sosyal ve politik olanı bünyesinde barındırarak bir kitle kültürü, bir endüstri ve çatışma ile bütünleşme alanı olarak okunabilir.
Popüler kültür, sosyal grupların yaşam içindeki etkileşimleri kitlesel hale getiren tavır alma şeklidir. Politik ifadeyle, iktidarlar tarafından toplumları etki altına olan kültür olarak tanımlamak mümkündür. Popüler kültür geleneksel sadakatle oluşan toplumsal inançları ve uygulamalarıyla, güncel oluşan uygulamalarıyla birlikte politik ve ticari alanları da etkileyen uygulamaları içerdiği söylenebilir.
Futbol, spor branşı olarak küresel bir tanıma sahip olsa da ülkeden ülkeye farklılıkları içinde barındırır. Çünkü, içinde yaşadığı topluma ve o toplumun içinde uygulandığı yapıya bağlı olarak ondan etkilenen bir sürece sahiptir. Futbolun kendi dinamikleri üzerine kurulmuş olması, toplumsal bir alan olma özelliği ve o toplumdan etkilenmesi göz önünde bulundurulduğunda, toplumsal yaşam ile kurduğu ilişki sayesinde onu etkileyerek toplumsal bağ güçlenmekte ve sahip olduğu etkinin gücü nedeniyle değerler geçişi mümkün olmaktadır.
Türkiye’de futbolun yönetim şekli artık siyasi bir yapı almıştır. Verilen kararların hepsi mevcut politikaların bir yansıması olarak futbol içinde kural hale gelmektedir.
Siyasetin kullandığı geçerli olan ekonomi-politik kriterlerdeki kurgu ve kural ne ise futbol içinde aynısı geçerlidir. Karar verici siyaset olduğu için sonuçları da ülke dinamikleriyle aynı olmaktadır.
Bu noktada para ile olan ilişkisinden bahsedersem konu daha iyi anlaşılacak. Burada uzman olan sevgili dostum Tuğrul Akşar’dan yardım alacağım.
2022-23 sezonuna ait Süper Lig kulüplerine dağıtılan 1,7 milyar TL’nin 193,8 milyon TL’sini şampiyon Galatasaray gelir olarak almış. Aynı şekilde Fenerbahçe 172,8 milyon ve Beşiktaş ise 157,6 milyon TL gelir elde etmişler.
1,7 milyar TL’nin dağıtım şekli ise % 37 katılım payı, % 46 performans payı, % 11 şampiyonluklar payı ve %6 ilk 6 sıra payı şeklinde dağıtılmaktadır. Galatasaray % 12 oranla en yüksek payı almış durumda.
Buradaki TL olarak dağıtılan tüm miktarları Euro ’ya çevirdiğiniz zaman karşılaşılan durum hiç iç açıcı değil tabii ki… Harcamalar Euro, gelirler TL…
“4 kulübün birikimi zararları 7,8 milyar TL. Öz kaynak açıkları 4,9 milyar TL’ye ulaşmış.”
Bir de sevgili Akşar’ın ‘Harcama Limitleri’ ile ilgili verilerine bakalım.
Fenerbahçe, Galatasaray, Beşiktaş ve Trabzonspor’un toplam gelirleri 4,8 milyar TL. Bu kulüplere TFF tarafından tanımlanan THL toplamı 6,2 milyar TL. Yani, ortada 1,4 milyar TL bir fazlalık var. Tabiri caizse; bu fazlalık karşılığı olmayan ve açığa oynanacak miktar. 4 büyük kulübün THL miktarı 16,2 milyar TL.
4 kulübün birikimi zararları 7,8 milyar TL. Öz kaynak açıkları 4,9 milyar TL’ye ulaşmış.
THL ile gelir karşılaşması yapıldığında GS gelirinin % 156’sını, TS % 139’nu, FB % 131’ni be BJK % 93’nü harcama durumunda kalacak. Bu da şunu gerektiriyor; olmayan paralarını harcamalarını…
Buradaki haksız rekabet durumu ise THL tutarının % 47,4’lük kısmının 4 büyük kulübe gitmiş olmasıdır.
Sevgili Akşar’ın aktardığı üzerinden sonuç olarak: TFF’nin ‘Kulüp Lisanslama’ ile ilgili 91/1 maddesindeki ‘Pozitif Net Özsermaye’ uygulaması ortadan kalkmış gözüküyor.
Ve THL uygulaması ekonomik, finansal ve sportif başarı açısından başarısızlığın nedeni olmakla birlikte, rekabet üzerinden bir adaletsizliği de tetiklemektedir.
TFF’nin asıl görevi kulüplerin harcama limitlerini kontrol ederek bir mali disiplin sağlaması gerekirken, finansal dengeyi kurmak yerine aksine harcamayı, borçlanmayı tetikleyerek futbolu ve kulüpleri istikrarsızlığa sokacak kararlar almaktadır. Bu aynı tüm yap-işlet modeldeki uygulamaların farklı bir zarar versiyonu. Yine kazanan siyaset ve kulüplerdeki yandaşları oluyor, kaybeden halk-taraftar oluyor.
Siyasetin futbolu kullanmadaki kurumsal alanı federasyondur. Haliyle, siyasetin etkisinden dolayı gelişim ve değişimlerin gerisinde kalarak, sürdürebilir başarı ve istikrar için kurumsallaşmayı yakalamak yerine, siyasi kurumun bağımlısı haline gelmiştir.
Son döneme baktığımızda, seçilen tüm federasyon başkanlarının profilleri spor içerisindeki donanımları yerine, siyasi ilişki içindeki etkisi ön plana çıkarak belirleyici olmuştur. Federasyon Genel Kurulu’nun % 90’nı profesyonel kulüp temsilcilerinden oluşmasına rağmen, kulüplerin kendi iradelerini bir kenara koyarak dikte edilen profilleri seçmeleri süreci net olarak ifade etmektedir.
Müslüm Gülhan: BJK Başkanı Ahmet Nur Çebi TFF başkanlığı için deneyimli As Başkan’ını neden aday yapmadı?
Örneğin; BJK Başkanı Ahmet Nur Çebi TFF başkanı ile yaşadığı polemiğe istinaden, Genel Kurulda konuşup, seçimde beyaz oy kullanacağına, ya kendi aday olsaydı ya da derin bürokraside deneyimli eski DGM Savcısı As Başkan’ını aday yapsaydı. Tepki böyle anlamlı olurdu.
Halbuki % 90 sizin delegelerinizdi. Başkan olarak, başarısızlığını örtbas etmek için bir strateji olarak TFF başkanı ile tartışma ortamını seçip kendi taraftarlarını sözde konsilde etmenin karşılığı burada yoktur. Daha Kulüpler Birliği AŞ kurup yayın ihalesini bile yönetemiyorsunuz. Yapamazsınız!
Beşiktaş Kulübü ikinci başkanı Engin Baltacı Türkiye’nin gündeminde
Siyasilerin ve başkanların futbol ile yakından ilgilenmelerinin tek sebebi başarıya ulaşmak için gerekli olan şartları sağlayarak futbolun istikrara kazanmasını sağlamak değil. Siyasiler futbolun günlük hayattaki rolünün gücü sayesinde toplum üzerindeki etkisinden yararlanarak, futbolu kullanışlı bir propaganda aracı haline getirmektedirler.
Kulüp başkanları ise, siyasilerle kurdukları karşılıklı ilişki sayesinde ekonomik, sosyal ve siyasi güçten faydalanma yolunu tercih etmişlerdir. Çünkü, kulüplerin para bulması, transferler yapması, kamu bankalarından kaynak sağlaması, stadyum ve tesis inşası, vergi affı gibi birçok noktada siyaset ile iş birliği yaparak ellerindeki imkânlardan sonuna kadar yararlanma yolunu seçmektedirler. Siyasetin de canına minnet…
O yüzden Ziraat Bankası çiftçiyi bırakıp futbola girdi.
Kulüpler ve futbol artık ekonomik olarak da, yönetim olarak da siyasetin elindedir.
Müslüm Gülhan – NationalTurk
İsmail Kartal, Okan Buruk, Sergen Yalçın ve kulüp kültürleri