“English Game”
Covid-19’un dünyayı ele geçirmesiyle, uzaylıların ele geçirmesi arasındaki farkı tartışmaya değer buluyorum. Farklılıklara rağmen, himaye altına alınan insanlara yapılacak uygulamalar, her ikisi için de kendi değişik kuralları bakımından pek farklı olmazdı sanırım. Ama bir mikroorganizmanın bunu yapması insana biraz koyuyor.
Ölü taklidi yaparak, ele geçirdiği vücuda yaşına göre muamele yapan bu mikrop, gençlere taşıyıcı rolü vererek yaşlılara ulaşmanın ve onlara zarar vermenin organizasyonunu da mükemmel şekilde yapmış.
Hani kapitalist sermayeye deseniz en çok size ne koyuyor, onlardaki tek cevap ‘emekliler’ olurdu!
Işte virüsün bu çabası sermaye için övünç kaynağı. Çünkü çıkış yolu bulamayan sermayeye bir kriz lazımdı. Kapitalist kurgu tıkandı artık, yol yok… Dünya savaşı için koşular kolay değil ve bölgesel savaşlar ile bu konuda yol almaya çalışıyorlar zaten ki bölgesel savaş stratejisinden vazgeçmezler…
Ya günlük yaşantımıza yaptığına ne demeli?
Herkesi karantina yolu ile esir aldı. Tüm günlük yaşam ritüelleri değişti ki bunu yapmazsak da cezayı kesiyor.
Yani benim rica minnet yaptığım anlaşmayla, günde sadece yarım saat koşu ile bazen yarım saatlik alışveriş iznini kopardım. Koşarken en azından bu dünyaya ait canlı olduğumu hissediyorum. Bu bir lüks değil ama şu an bulunmaz nimet.
Bizde yakaladığı büyük sıkıntı, son 18 yıl içinde ‘sosyal devlet’ kurgusu içindeki tüm koruyucu önlemleri ihtiva edecek maddi-ayni her şeyin yok edilmesiydi. Bu bir zümreye ait çıkar politikalarıydı, ama bedelini ne yazık ki tüm halk olarak ödüyoruz.
Ve açlık sınırında yaşattığımız insanlara, hiçbir güvence ve yardım sözü vermeden işe gitme evde otur diyebiliyoruz. Çünkü, bu aslında onun güvencesini sağlamaktan çok, virüsü taşıması ile başkalarına bulaştırmasından dolayı istenilen bir talep. Eğer onun canı ve sosyal güvenliği söz konusu olsa, tüm ihtiyaçları karşılanarak evde kalması sağlanırdı zaten.
Ev içindeki en kötü durum, akşam saatinde Sağlık Bakanının yapacağı ölüme ve vakaya dair açıklamaları beklemek.
Olacağını bildiğimiz ölümleri beklemek…
Adı, sanı, yaşı çok önemli olmadan ölmesi gerekenlerin sayısını bekleyerek, sürecin nereye varacağı üzerine fikir oluşturmak, sanırım insanlığımızdan çıktığımız sürecin daha başı.
Ve ölümlerin sona ermesi için ki içinde kendi ölümsüzlüğünü içine katarak, ‘ya ne kadar gerekiyorsa o kadar kurban verelim de bu iş bitsin’, pazarlığını bu mikrop ile yapacak seviyeye kadar alçalıyoruz.
Kapitalist soytarıların tabiriyle ‘piyasalar ölümleri satın aldı’ denecek seviyeye düşmeyiz umarım.
Sürecin geldiği noktanın tarihsel sürecine dair ve zamanlama olarak o kadar güzel bir dizi var ki; sanırım istenilse bu zamana denk gelir miydi bilemiyorum, çok anlamlı oldu.
“ENGLISH GAME”
18.yüzyılın ikinci yarısı ile 19.yüzyılın sonlarında İngiltere sınıfsal çekişmelerin başlangıç noktası olmuştu. Burjuvazi toplumunun ortaya çıkışı ile kentlerin üretim merkezi haline gelmesi, tarımda çalışan kesimin büyük bir kısmının kentlere gelerek bu merkezlerde özellikle dokuma fabrikalarında işçi olarak çalışması ile ortaya çıkan ‘artı değer’ kavgası neticesinde, üretim mülkiyetini elinde tutan burjuvazi ile emeğini ve bedenini satan işçi sınıfının mücadelesi ortaya çıkmıştı.
Tabii buradaki çatışma alanı futbol sahaları. İşçilerin kurdukları fabrika takımlarının, kendi yabancılaşmalarına karşı, örgütlü mücadelenin sosyal alan bulması için ve burjuvazi ile şartları eşit olmasa bile, birebir mücadele edebilecek oldukları sahalardaki çelişkileri anlatılması çok değerliydi.
Acı olan, işçiler tarafından kurulan tüm takımların, kapitalist sistem içinde sermayenin eline geçerek futbolu kendi yoz iktisat kurgusu içinde yönetmeye kalkarak kar-zarar ilişkisi içine sokmalarıydı.
İşte o yoz sürecin bugün bile sürmesi, sağlıkta da aynı kar-zarar kurgusu içindeki sermaye odaklı ilişkisi insanlığa daha büyük zarar vermektedir.
Ve bize düşen akşam ölümleri saymak.
The post “English Game” appeared first on NationalTurk.