Futbol, her ne kadar süreç olarak içinde birtakım değişkenlikleri barındıran küresel bir oyun olsa da milli takımlar ülkelerin sosyokültürel tüm unsurlarını içinde barındıran bir kültürel kurgunun sahaya yansıtılmasıyla beraber ortaya çıkan oyun bütünlüğünü temsil eder.
Aslında tartışılması gereken konu budur. Yani, ülkelerin ekolleridir. Bu konuda oluşabilecek enstrümanlara sahip olmadığımız için sezonluk, günlük, hatta maçlık yorumlar üzerinden değerlendirme yapmak zorunda kalıyoruz. Böyle büyük bir yapısal sorunun çözüme kavuşturamadığımızdan dolayı da gelen antrenörlerin verdikleri kadarıyla yetinip, bunun tanımı içinde kalarak yol bulmaya çalışıyoruz.
Bir takım oluşturmak zor zanaattır. Elinizdeki en iyi isimleri kullanarak bir sayısal diziliş üzerinden kadroyu sahaya sürmek bir şey ifade etmez. Çünkü, oyunun iç dinamiklerini oluşturan felsefe, prensip ve disiplinden oluşan temel değerler, oyunun nasıl oynanacağına dair gerekliliği sağlar.
Bu gereklilik, ya genel olarak ülkelerin kendi kültürel şablonlarını oluşturan sistematik kurgular üzerinden, ya da böyle bir kurgu yoksa var olan antrenörün donanımları üzerinden yönetilir. Bizim gibi ülkelerde antrenörlük donanımları bu yüzden çok önemli ve tartışmaya açıktır. Bilimin ve bilginin bu kadar sporun-futbolun içine girip oyunun ve performansın üzerindeki etkisinin bu kadar yüksek olması, işleyişteki paydaş sayının ve çalışma modüllerinin genişletmesiyle birlikte, oyunu ve bireysel performansları metodolojik hale gelmesine neden oldu.
Haliyle, bu kadar büyük bir organizasyonu tek bir organizma içinde; Fatih Terim ve Şenol Güneş zamanında da bir türlü oluşturulamayan taktiksel bütünlüğü sağlayacak bir oyun modelini örgütlemek zorunluluğu ortaya çıkartmaktadır. Ne Hamit Altıntop bir işletme modeli olarak, ne de Stefan Kuntz taktiksel bütünlük içinde bir oyun modelini belirleyecek donanıma sahip değillerdir. Bu durum skordan bağımsız olarak hem oynanan maçlarda hem de Milli Takımın yönetme şeklinde net olarak ortaya çıkmıştır. Tüm bu değerlendirmeler ışığı üzerinden Letonya ve Galler maçlarını yorumlamak gerekir.
Öncelikle, Şenol Güneş zamanından beri süre gelen hataların hala devam etmesi bir şeylerin yanlış olarak devam ettiğinin göstergesidir. Kuntz’un dediği gibi bir gelişimi göstermiyor. Bunlardan en önemlisi; ceza sahası içinde-kutuda stoperlerin adam adama oyunda kalması gerekirken, rakiplerin özellikle yan top organizasyonlarında adamdan koparak gereksiz atlamalar yapıp altın bölge denilen gol alanlarını boşaltmalarıdır. Merih, Çağlar ve Ozan zamanında da yapılan, stoperlerin adam adama oyundan koparak gereksiz atlamalar yapmalarının azaltılmasına rağmen ve hala giderilmemişken, Abdülkerim ile Merih’in Ozan yedek kulübesinde olmasına rağmen ilk defa yan yana oynatılmasıyla tekrar üst seviyeye çıktı. Unutmayalım ki Abdülkerim bu seviyeye Nelson katkılarıyla geldi. Kaan ile iki maç yan yana Nelson olmadan oynadığı zaman Galatasaray iki maçı da kaybetmişti. Yani, Abdülkerim’in alanını daraltıp onu hatadan kurtaran Nelson sahada olmayınca müdahale alanı genişlediği için tüm zaafları ortaya çıkmaktadır. Hele hele Merih’te böyle bir hataya sahipken.
Diğer devam eden sorun ise, ceza sahası üzerindeki rakip atakların önlenmesi sırasında ikinci topların toplanamamasıdır. Galler maçındaki kırmız kart yüzünden bu sorunu ortaya çıkarmasa da Letonya maçında ceza sahası üzerindeki ikinci toplar sorun yarattı. Letonya maçındaki bu sorunun kaynağı, 6 numarayla oynarken bile çözemediğimiz ikinci topların 8 numara olmasına rağmen 6 numara oynatılması neticesinde Hakan tarafından toplanmasından kaynaklanmaktadır. Hakan Inter’de asistan 6 ile normal 8 numara arasında oynamaktadır. Brozoviç orada gerçek 6 numara olduğu için Hakan’ın 6 numara asistanlığı ve gerçek 8 numara oyunu kendi yetenekleri bakımından çok faydalı performansa neden olmakta. Fakat, Letonya maçında gerçek 6 numara olmamasına rağmen Hakan’ın bu alanda oynaması hem savunma zaafına ve ikinci topları alamamasına hem de Orkun’a rağmen gerçek 8 numaradan mahrumiyete neden oldu. Hele hele ikinci maçta olduğu gibi Salih Özcan kadroda varken… Hiçbir üst düzey takım gerçek bir 6 numaraya sahip olmadan istikrar ve başarı kazanması mümkün olamaz.
Letonya maçında bu tarif ettiğim iki hata yüzünden iki gol yedik. Bu iki durum her maç bizim için sorun oluyor ve olmaya da devam edeceğe benziyor. Letonya maçındaki Ferdi’nin sol bek oyunu ile Kerem’in Galatasaray’da olduğu gibi içeriye girip 10 numarada oynamaya çalışmasının avantaj yaratacağı beklenirken, aksine iki büyük sorunu daha ortaya çıkardı. Ve bu sorun bu kadar net belliyken skor avantajı yüzünden gerçekten kaçarak aynı kurgu ile Galler maçına çıkılması sorunun devamını sağladığı gibi Arda’nın da yedek kalmasına neden oldu.
Çıkan sorunun birincisi; savunma açısından Ferdi’nin Kerem’e rağmen kanatta tek oynamasıyla arkasındaki oluşan boşluk üzerinden rakibin ikinci bölgeyi direk aşıp uzun paslarla yaptığı ataklarda Abdülkerim’in karşılık vermesi neticesinde, Abdülkerim’in kendi alanının boşaltmasına-genişletmesine neden olurken, zaaflarının ortaya çıkmasını sağladı ve Letonya maçında çok pozisyon verildi. Galler maçı 11’e 11 devam etseydi tekrar bu hataları görebilecektik. İkincisi; hücum aksiyonu içindeki-burası Arda’yı da bağlıyor-Ferdi’nin ters ayaklı oyuncu olması yüzünden (ters ayaklı bek oynatılmasını anlamak mümkün değil) her çıkışta topu içeriye-kuvvetli ayağına doğru çekmesi sıfır bindirmeyi ve hücumu engellediği gibi, bir de atak sırasında Kerem’in Galatasaray’da olduğu gibi, Mertens 9,5 oynamayı sevdiği için Icardi’nin yanına geçmesi ile kendisine açık alan bulurken, burada, Arda’nın tam 10 numara olmasından dolayı ve Umut’un yanına geçmesi söz konusu olmadığından dolayı Kerem’in geçişleri Arda’nın rolünü çalmasına neden oldu. Ayrıca, sahadaki en yetenekli oyuncunun topu kullanmasından takımı mahrum bıraktı.
Üstelik, Kerem’in içeriye geçmesi ile her hücumda Ferdi’nin ikiye bir kalması ve Kerem’in çizgi oyununa hiç çıkmaması, o taraftan yapılması gereken atakları da önlemiş oldu. Halbuki Kerem’in Arda varken çizgide kalması ve oradan oyuna katkısı-özellikle Umut’un arkasına atacağı deparlar ve Arda’nın fazla topla buluşmasına neden olacağından kendisinin de topsuz koşularına Arda’nın cevap verebilmesine engel olmuş oldu. İki maçta da bu kanat adeta kullanılamadı.
Bu hata ilk maçta da çok açık şekilde ortadayken, Kuntz’un bu önemli soruna rağmen, Galler maçında aynı kurgu ile sahaya çıkması aslında takımın skor avantajını riske etti. Çünkü, Letonya maçında Arda’nın ortadan alamayacağı toplar için sağ çizgiye çıkarak Cengiz ve Zeki ile üçlü oynaması, hücum gücünü azaltarak takımın kutu dışında kalmasına ve pozisyon yaratamamasına neden oldu. Galler maçının son 30 dakikasında oyun şablonun ne olması gerektiği çok net görünmüş oldu. Eğer takımda Arda gibi oyuncu varsa, 3.bölge geçiş ve kurgudaki oyun içindeki sadakate bağlı kalarak hocanın ve takımın onunla nasıl oynaması gerektiğini bilmesi gerekir. Bu bir ayrıcalıksa evet ayrıcalıktır… Çünkü üst düzey bir yetenekten bahsediyorum… Diğer önemli kronik sorun ise hala kadro bütünlüğünün sağlanamamasıdır ki haliyle oyun bütünlüğü de buna bağlı olarak oluşturulamıyor.
Her maça ayrı kadro kurgusu-özellikle üç büyükler başta olmak üzere-takımları ve kişileri (!) mutlu etme politikası üzerinden Milli Takımın puan kayıplarına neden olmaktadır. Kadro bütünlüğü olmadan oyun bütünlüğü sağlanamaz. Hele hele ülke olarak kurumsal bir kültür üzerinden karakteristik taktiksel bütünlüğe ve taktiksel oyun kurgusuna sahip değilken… Hiç olmasa istikrarlı bir kadro ve buna bağlı olarak oyun prensipler üzerinden bir kurguyu yönetmek en mantıklı yol gözükmektedir. Kuntz için de çıkış yolu bu gözüküyor. Tüm eleştirilere rağmen, takımı buraya kadar getirmiş ve Ermenistan maçının skor avantajıyla finallere gitmesi kesinleşeceği bir takımın teknik direktörüyle yola devam etmek zorunluluktur. Buradaki eleştiriler başka bir şey etik değer ve istikrara kurgusu başka bir şeydir.
Mesut Özil ile Abdullah Avcı değişiklik isteği (şu an söylenti olsa bile) siyasi bir taleptir ve siyasi bir atama olur.
Müslüm Gülhan – NationalTurk