Galatasaray grupta sergilediği şu andaki en kötü performansına rağmen, Şampiyonlar Ligi’nden 15.2 milyon avro katılım ücreti, havuz geliri 5 milyon avro, katsayı sıralaması 7,8 milyon avro ile toplam 28 milyon avroro para kasasına girdi.
Ama her galibiyete 2.7 milyon avroluk gelirden şu ana kadar mahrum kaldı ki sadece 900 bin avroluk bir artısı oldu.
Tabi burada en önemli hususlardan biri de kendisini ve tüm takımları ilgilendiren ülkenin toplam puanına katkı yapmakla ilgili sorumluluğudur.
Dört büyük takımın toplam borçları neredeyse 15 milyar TL gibi bir rakama ulaşmışken, ülke futboluna katkı yapacak en önemli gelir kalemi 26 milyar avro toplam havuza sahip olan Şampiyonlar Ligi’ne direk katılımla gruptan ve sonrasından alacağı paydır.
Fatih Terim’in önce borç içindeki kendi takımı Galatasaray’ın başarısını sağlayarak bu havuzdan yararlanmasının yanında, alacağı her puan ile BJK, FB, TS ve diğer takımların katılımına da katkı sağlayacak puanları alması gerekiyor. Bu diğer takımları da bağlayan bir kurgudur.
Bu Terim’in ve Galatasaray’ın kendi rekabet kurgusundaki ahlaki sorumluluğu olmakla beraber, rekabetin kalitesini artırmak için en önemli gelir havuzundan her takımın yararlanmasını da sağlamaktır.
Paris maçından sonra “Böyle oynasınlar ama mağlup olsunlar” ve Madrid maçı öncesi “Kaybetmekten korkmadan oynasınlar” cümlelerinin karşılığı Şampiyonlar Ligi’nde yoktur. Çünkü sorumlukları o kadar büyük ki gol atmaları lazım, puan almaları lazım… Bu kadar büyük paralarla transfer edilmiş profesyonel oyunculara bir altyapı oyuncu edasıyla yaklaşmak ancak hocanın kendi kaygısını dışarı vurmaktan başka bir şey ifade etmez.
Aynı şekilde, kötü oynayan Belhanda’yı devre arasında değil de ikinci yarının ortasında oyundan alması faturayı Belhanda’ya kesmesi anlamına geliyor ki; bunun da karşılığı yok. Çünkü, taktiksel yetersizlikler bu kadar aleni bir şekilde ortadayken, bu yöresel-feodal tepkiler ancak basın tarafından satın alınıp kullanılır ve Terim’i açığa çıkarır.
Ne Galatasaray’ın mağlubiyetini ne de oyun kurgusunun hiçbir şekilde oturmayacağı gerçeğini saklayamaz.
Avrupa’nın en kötü liglerinden biri olan Süper Lig’in oyun kalitesi ve total değeri Avrupa’da pek ciddiye alınacak seviyede değildir. Bu ligde şampiyon olmanın getirisi sadece o takımı ve taraftarı bağlıyor. Türkiye futboluna verebileceği hiçbir değer yoktur. Bunun en güzel analizi Şampiyonlar Ligi ve Avrupa ligindeki karşılaşmalarda çok net yapılıyor.
Terim’in de bunu teyit ederek “Şampiyonlar Ligi maçları masa başında değil sahada kazanılıyor” yorumunu yapması da bizi haklı çıkarıyor.
Tüm bunlar bize ait çıkmazlar ve yöresel tepkimelerdir. Küresel boyuttaki futbolun içinde böyle bir kurgunun olması mümkün değildir.
Olimpiyakos, Benfica, Porto gibi takımların her yıl bu lige katılmaları ve kalıcı olmaları, onların kasasına 30 ile 50 milyon avroluk bir kaynağın dışardan girmesi anlamına geliyor. En önemlisi, altyapıdan veya genç yaşta transfer ettikleri oyuncuları bu ligde görücüye çıkartıp futbol kamuoyuna sunmaları ayrıca onlardan neredeyse sıfır maliyetle milyonlarca avro parayı kazanmaları anlamına geliyor ki bu strateji bizim her dört takımın ihtiyacı olduğu bir stratejidir.
Artık futbola küresel boyutta bakarak bir anlam kazandırmalıyız.
Falcao gibi bir oyuncuyu Galatasaray transfer ediyorsa, sanırım oynamasının önceliği bu ikinci sınıf lig değil Şampiyonlar Ligi’dir.
Terim, taktiksel analiz ve değişkenlikle ilgili geniş perspektiften bir bakışa ve donanıma sahip değildir. Takımın hücum ve savunma geçişlerini iç içe geçiren total bir taktiksel oyun anlayışının oturtulamamasıyla arkada verilen açıkların yanında, kanat ve hücumla ilgili geçişlerdeki organizasyon eksikliklerinden dolayı, Falcao gibi oyuncunun rakip birinci bölgede topla buluşamamasına neden oluyor. Bu yüzdendir ki bu sorun Falcao’nun aşil tendonuna kadar gidiyor.
Artık tartışılması gereken Aşil değil Fatih Terim’dir.
Müslüm Gülhan / NationalTurk
Kaynak: NationalTurk